21 Aralık 2013 Cumartesi

Hortum oradaysa, pipet burada!.. :)


- İşiniz ve eşiniz; bu ikisi hayatınızdaki kendinizi gerçekleştirme amacınıza uygun olmalı. İşini ve eşini yanlış seçen birey ne mutlu olabilir, ne de mutlu edebilir. İş ve eş seçimini doğru yapabilen birey ise, hayatın önüne çıkaracağı diğer engellerle başedebilecek sağlamlıkta olur, kendisi mutlu olduğu gibi etrafını da mutlu eder…

- Mesele üniversite sınavında tutturduğun puan ziyan olmasın diye ruhunun hiç istemediği ve uygun olmadığı bir meslek dalında, ayakların geri geri giderek, isteksiz, hevessiz, coşkusuz eğitim almak olmamalı. Toplumsal ve ailevi beklentileri doğrulayacaksın diye, aslında sosyal bilimler konusuna eğilimin ve yeteneğin varken tutup mühendislik ya da tıp okumaya zorlarsan kendini, o dikiş tutmaz. Ailelerin bu konuda çok yanlış beklentileri ve zorlamaları var. Çocuklarından popüler ve para getiren meslekleri edinmelerini istiyorlar, çocuğun karakteri, yeteneği, eğilimi buna müsait mi diye hiç düşünmüyorlar. Yeter ki ailesinin istediği yerde okusun, diplomasını alsın, gerisi mühim değil. Bu korkunç bir şey, mutsuz ve tatminsiz bireyler yetiştirmenin en garantili yolu! Kendi arzularınızı çocuklarınızın hayatlarına monte etme hakkınız yok ki, bunu çok doğal bir şeymiş gibi görmeyin…

- Kız öğrencilerim zaman zaman bana gelip akıl danışırlar, sohbet ederiz. Çoğunun bir erkek arkadaşı var ama o kişi asla idealize ettiği kişi değil, beğenmiyor beraber olduğu kişiyi, durmadan eleşiriyor ama ayrılmıyor da. ''Madem beğenmiyorsun, içine sinmiyor, niçin hâlâ berabersin, ayrıl o zaman…'' dediğimde ''olmaz hocam, Sevgililer Günü'nde yalnız kalıp milleti güldüremem kendime, daha iyi birini bulur-bulmaz nasılsa bırakacağım, o zamana kadar idare ediyorum işte…'' diye korkunç cevaplar alıyor, hakikaten dehşete düşüyorum! Kızın yanında gezdirdiği adama zerre saygısı yok, kendine de yok tabii, öyle olsa yanlış olduğunu hissettiği bu ilişkiyi hemen bitirir, ne karşısındakini, ne de kendini boşuna oyalar. Çoğu genç insan, ilişkisinden, partnerinden hiç hoşnut olmadığı halde, yalnızlık duygusuyla başedemeyeceğini düşündüğünden, daha iyi bir seçenekle karşılaşana kadar ilişkiyi bitirmemeyi seçiyor. Bunlar hasarlı ilişkilere dönüşüyor tabii zamanla…



- Bana hep gelirler ve derler ki; ''hocam, ben karımla ya da kocamla çok aşık olarak evlendim, çok sevdim ama hiçbir şey başlangıçtaki gibi kalmadı, o çok değişti, neden böyle oldu?:( '' E çünkü sen beklentini o kadar yüksek tuttun ki, karşındakinin çıtası hiç o kadar yüksek değildi oysa, sen onu olmasını arzu ettiğin kişi olarak görmeyi seçtin, ona öyle anlamlar yükledin, sonra aradıklarını bulamayınca hüsran yaşadın, o değişmiş oldu. Yok kardeşim, kimse değişmedi, herkes olduğu gibiydi aslında, sen kendini kandırdın! Beklentini hiç bir konuda fazla yüksek tutmayacaksın ki; hakikâtle yüzleşmen kolay olacak, onu içselleştirebilecek, hazmedebileceksin. Yoksa mutsuzluğun dibine vurursun…

- Kadınlar gelir bana, anlatırlar, işte ''hocam ben kocamla severek evlendim veya sevgilime çok aşıktım ama beni defalarca aldattı'' ya da ''kocamdan, erkek arkadaşımdan dayak yiyorum, çeşitli şekillerde şiddet görüyorum, ne yapayım?'' Bana mı soruyorsun ne yapacağını, yapacağın belli, seni aldatan, şiddet uygulayan adamla ite-kaka, ille de evlilik-ilişki sürdüreceğim diye adına ''katlanmak'' dediğin o sürece girmeyeceksin! ''….. nedenle katlanıyorum'', ''….. sebepten katlanıyorum'', evliliğin ya da beraberliğin senin şu ya da bu sebeple ''katlandığın'' bir şey haline gelmişse zaten geçmiş olsun, o artık dikiş tutmaz. Çoğu aslında yalnız kalmaktan korktuğunu kendine dahi itiraf edemiyor, ''aman yalnız kalmayayım da…'' düşüncesiyle özsaygısını giderek tüketen bir ilişki sarmalında kalmayı seçiyor. Kadın ya da erkek farketmez, ilişkide ipler o kadar kopmuşsa kendini o ilişkinin dışına çıkarmayı bileceksin. Doğru bir yalnızlığın, yanlış bir ilişkiden çok daha sağlıklı ve huzurlu olduğunu anlayacaksın. Bunun haricinde söylenecek her şey maalesef bahanedir, korku temelli bahaneler…



- Kız ya da erkek çocuk yetiştirirken ''efendim, zaman zaman beyaz yalanlara başvurabilirim, bunda bir sakınca yok'' diye düşünen çok ebeveyn var. Oysa yalanın rengi ve bahanesi yoktur. Çocuğuna her koşulda dürüst olmayı öğreteceksin, dürüstlüğün bir bedeli vardır, o bedeli de göze almayı öğrenecek o çocuk ve ödeyecek, ama dürüst olacak. Babalar bilhassa kız çocuklarını karşılarına alıp ''bana lâf getirecek bir şey yapma'' diye konuşurlar, bundan çıkan asıl anlam şudur: ''Her ne halt edeceksen et ama duyulmasın, görülmesin, lâf-söz olmasın, belli etme, suyunu saman altından yürüt, benim haberim olmasın da ne olursa olsun…'' Böylece o kız çocukları küçük yaşlarda profesyonel oyun kurucu olmayı öğreniyor, yalan söyleme ustası oluyor. Hâlbûki; çocuğuna şunu diyeceksin: ''Aklının ve vicdanının kâbûl etmediği şeyleri yapmazsan daha mutlu bir insan olursun, mühim olan bana lâf gelip-gelmemesi değil, senin ne hissedeceğin. Vicdanını rahatsız edecek şeyleri yaparsan çok huzursuz ve mutsuz olursun, kendini suçlu hissedersin, o zaman da kendini yeterince sevemezsin, kararlarını sen ver ama buna göre ver…'' Sen çocuğuna çeşitli renklerde yalan söylersen, o sana çok daha renkli yalanlarla cevap verecek, ilişkiniz tıkanacak. Şu an toplumumuzda çoğu ana-baba ve çocuk ilişkisi bu karşılıklı yalanlar yüzünden tıkanmış vaziyette, aile çekirdeği içinde sıkıntı büyük, kopmalar, çözülmeler yaşanıyor, yani durum vahim!..

- Aile terapisi, ilişki terapisi… Tabii başvurulmalı, eskiden bunlar yoktu, herkes sorunlarını kendi bildiği şekilde çözmeye çalışırdı. Ama; sık gözlediğim hata şu ki, her şey adamakıllı çıkmaza girip tıkanmadan terapi yolu düşünülmüyor. E sen köprüleri atmışsın, gemileri yakmışsın, önce falcıları, medyumları, nefesi kuvvetli (!) hocaları dolaşmışsın olmamış, bana o zaman geliyor ve çare istiyorsun, kusura bakma ama çok geç kalmışsın, artık yapacak bir şey yok yani, geçmiş olsun. Bu aşamadan sonra ben o düğümü çözemem, kimse çözemez. Kronikleşmeden, problem yerleşip tekrara girmeden çözüm arayacaktın, kimsenin elinde sihirli değnek yok, bunun anlaşılması gerekiyor. Kanser gibidir bu konu da, erken teşhis ilişkiyi kurtarabilir, ama geç kalınmışsa? Üzgünüm…

- Hortumculardan şikayet ediyorsun, et tabii, sevecek değilsin. Lâkin; hortumcuları görüyorsun da, pipetçileri niye görmezden geliyorsun? Pipetçiler kim mi? Aynaya bak, görürsün. Efendim ''ben şu ayakkabıyı beğendim, alacağım ama fiş almazsam kaça olur meselâ?'' diyor musun? Fiyat bilmem kaç lira iniyor, bayıla bayıla alıp gidiyor musun? Hah, işte hortumla çekmedin belki ama pipetle çektin, aferin sana! Trafik cezasından, vergi borcundan, kanuni yükümlülüklerinden kaçmanın türlü yolunu arıyor musun? Bulunca rahatlıkla uyguluyor musun? Eşin, dostun, ailen, yakının için çeşitli sebeplerle torpil ya da ayrıcalık, öncelik talep ediyor musun kimi tanıdıklarından? Çocuğun senin istediğin okula kaydolsun diye dürüst olmayan kimi yollar deniyor musun sözgelimi? Devlet sistemini çeşitli şekillerde kandırıyor musun? İllâ kaçak elektrik ya da su kullanmak gerekmiyor bunun için, değil mi? Hah, demek ki bazıları hortumla çekerken, sen de pipetle çekiyorsun. Yoksa miktar seni aklayacak bir bahane mi? Kusura bakma da sen öyle sanıyorsun, bunun azı-çoğu olmaz, temel mantığı mühimdir. Hep şikayet ettiğin, lânetlediğin o hortumcular da direkt hortumla başlamadı işe, bunu unutuyorsun. Bu işler pipetle başlıyor, hortuma kadar gidiyor. Kendine bakacaksın, kendi adına normalleştirmiş olduklarına bakacaksın, o hortumcuları kimin besleyip büyüttüğünü o zaman daha iyi anlarsın! Dürüst ol, evvelâ kendine bak bakalım, ne göreceksin, ona göre konuş…

- Kazancın elbette önemli ama, mutlu bir insan olman hepsinden önemli. Sevdiğin işi yapman bu nedenle zaruret. Çünkü o zaman başarılı olacaksın, başarılı olduğunda mutlu ve tatmin olmuş olacaksın, ailen, çevren, yakınındakiler mutlu olacak. Bu sadece parayla ölçülebilecek bir şey değildir, bu nedenle görünüşte iyi para kazanan ama işinden nefret ettiği için çok mutsuz ve gayesiz yaşayan bir dolu insan var. Ailesi öyle istediği için, toplumsal onay ve takdir almak için, vs.vs. sebeplerle hiç istemediği bir alanda eğitim almış, kapana kısılmış gibi gidip-geliyor her gün nefret ettiği o işe, ne kendisi mutlu, ne etrafındakiler. Çünkü çeşitli sebeplerle terör estiriyor, sürekli gergin, huzursuz. Niye? Çünkü kendisini gerçekleştiremiyor, onu doğrulayan bu değil, olmak istediği bu değil. Çok yazık. O kadar çok ki bu gibi insanlar, bu toplumun bütünsel verimliliğini ve mutluluğunu da etkileyen negatif bir etken. Sevdiğiniz işi yapmanın bir yolunu bulun, sadece kazanç odaklı düşünmeyin…

Aslında daha da uzar ama artık ben yoruldum, bu kadarı yetsin. Değerli okurlarım; bunlar çoğunuzun en azından ismen tanıdığı, zaman zaman TV programlarında rastgeldiği ya da belki bir-iki kitabından haberdar olduğu değerli bir psikoloji uzmanının, Prof. Dr. Sn. Üstün Dökmen'in bugün 2. İzmir İstihdam Zirvesi'nde yaptığı ''Nereye Gideceğini Bilmek'' başlıklı konuşmasından  bölümlerdi, naçizane naklettim. Üstün Hoca salonu her zamanki gibi tıklım tıklım doldurdu ve kendine özgü üslûbu ile kâh güldürüp kâh irkilterek meslek seçiminden girdi, ilişkilerden çıktı, zihinlerde tozu dumana kattı:) Zirvenin sonudaki ödül töreninde, ben sahne önünde otururken arkamdan bana ''hocam'' diye seslenen kişinin o olduğunu anlamadım baştan, dönüp bakınca gördüm ki Üstün Hoca, sağOLsun övdü beni ve TRT kurumunu, hoş sözlerle tebrik etti. Komik olan, birbirimize mütemadiyen ''hocam, hocam'' şeklinde seslenmemizdi, o bana, ben ona:)

Netice olarak; İŞ-KUR evsahipliğinde Kültürpark'da 19-20 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen 2. İzmir İstihdam Zirvesi ve Fuarı, sevgili Üstün Dökmen hocanın bu konuşması ile sona erdi. Ben de iki günümü sabahtan akşama orada geçirdim ve her zamanki gibi hem işimi yaptım, hem de çok şey öğrendim. Emek veren, destekleyen, katılan herkese teşekkür ederim efendim, dilerim Allah herkese benim kadar severek, isteyerek ve kararlı bir şekilde seçeceği, daima şevkle, aşkla ve başarıyla yapabileceği bir iş, bir meslek nasip etsin, şükürler OLsun…





4 yorum:

Mustafa dedi ki...

Tesekkur ederim, bizlere aktardiginiz icin.

Handan Demiralp dedi ki...

Okuduğunuz için ben teşekkür ederim, faydalı OLması dileğimle, selâmlar Mustafa Bey...

serpil dedi ki...

Çok güzel gerçekten, okullarda ders kitapları böyle olmalı aslında.

Handan Demiralp dedi ki...

Öğrenmenin en iyi yolu olurdu zannediyorum, dahası da vardı ama ben bu kadarını yazılı olarak aktarabildim. Okuduğunuz için teşekkür ederim, sevgilerimle...