25 Kasım 2013 Pazartesi

Benim sadık yarim kara topraktır...

Film neyse ne de, dizi izleyicisi olmak emek isteyen bir konu hakikaten, devamlılığı var çünkü, birkaç sezona yayılabiliyor. Daha uzun soluklu bir izleyicilik gerektirdiğinden, sizi baştan kavramayan, hikâyesine katmayan bir diziyi sonuna kadar izleyebilmenin mümkün olmadığını yarım bıraktığım dizilerden biliyorum. Meselâ; ''Leyla ile Mecnun'', bir heves başladım ama baktım ki izlemek adına zorluyorum kendimi, akmıyor, yürümüyor ilişkimiz, bir yerde bir tıkanıklık var, 3.bölümden sonra izlemeyi bıraktım. Mümkündür, başkalarının çok beğenerek müdavimi olduğu bir dizi sizi kavramaz, ısınamazsınız, dokular uyuşmaz. Hâlbûki ''İşler-Güçler''de tam tersi olmuştu, onu da ekranda eş zamanlı izlemedim, sonradan başladım ama öyle bir tutkunu oldum, o diziden o kadar zevk aldım ki, sona ereli epey olmasına rağmen hâlâ ara ara dönüp eski bölümleri izlediğim oluyor, tamamen bir uyumlanma meselesi bu bence…
''Six Feet Under'' aslında eski bir dizi. 2001-2005 yılları arasında televizyon ekranlarında olmuş. Ülkemizde de  CNBC-e'de yayınlanmış. Ben ailemize bir nevi sinema danışmanlığı yapan sevgili Oğuz Aksoy'un tamamen bana özel tavsiyesi üzerine (Handan eminim bu diziyi çok sevecektir, ona çok hitap eder) internette bulup geçen sene izlemeye başlamıştım. Oğuz gene çok haklıydı, daha ilk bölümüyle beni hikâyenin içine başarıyla alan ve her bölümünü ayrı bir hayranlıkla izlediğim bu diziyi değil yarıda bırakmak, dün gece geç saatlerde son bölümünü izlerken artık bitiyor olmasına hayli üzüldüm:( Dizi karakterleriyle organik bir bağ kurmuştuk sanki, şimdi onlar olmadan hayatım biraz eksik mi olacak ne, öyle gibi…
Dizide elbette bizim kültürümüze pek uymayan, o yılların Amerikan toplumunun çürük-çarık taraflarını işaret eden detaylar var, ne bileyim, işte ailenin çocuklarının arada marijuana kullanması, eşcinsel ilişkiler, bazen orantısızlaşan seks ya da şiddet vs. ama, dizi aslında muazzam bir psikolojik çalışma, insan ruhunun aydınlık ve karanlık ne kadar tarafı varsa onları didik didik etme, adetâ hallaç pamuğu gibi atma, sınırları, kalıpları darmadağın etme gibi işleri büyük bir başarıyla yapabiliyor. Üstelik bütün bunları yaparken çıkış noktası da hayat değil, tam tersinden başlıyor işe, ölümle… Evet, Six Feet Under'ın her bölümü farklı bir insanın ölümüyle başlıyor ve olayların akışı bunun üzerine kurgulanıp oturtuluyor. Gerçekten çok ilginç ve etkileyici, öyle-böyle değil yani.
Oyuncular da, tıpkı senaristler gibi son derece başarılı. Peter Krause, daha sonra Dexter'ın yıldızı ve de kanser olacak olan Michael C.Hall, Frances Conroy, Lauren Ambrose, bilhassa hayranı olduğum Freddy Rodriguez, Mathew St.Patrick ve Rachel Griffiths ana rolleri paylaşıyorlar. Michael C.Hall ailenin eşcinsel oğlu David rolünde tek kelimeyle harikalar yaratıyor. Sonradan evleneceği zenci sevgilisi Keith'le olan inişli-çıkışlı ama aşkın hiç kaybedilmediği ilişki, bu aşkı paylaşanların iki erkek olduğunu zaman zaman unutturuyor izleyene, o kadar güçlü, o kadar sahici. Bu arada; David'i oynayan Michael C.Hall ile sevgilisi Keith'i canlandıran Mathew St.Patrick'in çekimler boyunca milyon kere öpüştüğünü ve birçok kez yatağa girdiğini düşünürsek, bu iki oyuncunun işinin diğerlerinden hayli zor olduğunu anlamak çok da güç sayılmaz sanırım. İkisi de olağanüstüydü, hakikaten…

Yapımcılığını Alan Ball'un üstlendiği ''Six Feet Under'', hâlâ gelmiş-geçmiş en iyi Amerikan dizilerinden biri olarak görülüyor ve Golden Globe'dan Emmy'ye kadar birçok TV ödülünü de kucaklamış. 5 sezonda toplam 63 bölümle izleyiciye hitap etmiş, dizinin web sayfasına göz atmak isteyenleri buradan alalım lûtfen, buyrun…

Dizinin ufak-tefek ama çok başarılı Latin cenaze onarıcısı Federico Diaz'ı canlandıran Freddy Rodriguez'e bilhassa bayıldığımı tekrar ifade etmek isterim:) Zaman zaman köy kurnazı, bazen hınzır, haşarı, öyle çok tahsilli-mahsilli değil lâkin yetenekli, gelenekçi, dindar ama aslında çok duygusal ve iyi yürekli bir adamı canlandırıyor Rodriguez dizide, özellikle iki oğlunun anası Vanessa'yla ilişkisi, onu aldatması ve sallanan evlilikleri sürecindeki tutumları izlenmeye değer. Çok sevdim…

Bu genç adam ise dizinin belkemiği gibi bir şey, ailenin büyük oğlu Nathaniel Fisher JR. rolünde çok göz kamaştırıcı bir Peter Krause izliyorsunuz. İnsan olmanın neredeyse bütün iyi ve kötü taraflarıyla yüzleştiriyor seyirciyi Nate karakteri. Sonunda da hem ailesine, hem de ekran başındaki izleyiciye en sağlam tokadı o vuruyor zaten çok ani ölümüyle, ansızın kopan bir tesbihin taneleri gibi oraya-buraya dağılıyor herkes, şoke oluyorsunuz! Nate'ın kimliğinde aşk, ihtiras, tutku, zaaflar, hasarlar, her türlü sorgulama, yüzleşme, acı, sert deneyimler, isyanlar, dağılıp sonra tekrar toplanmalar ve insan olmanın bütün gerçekleri dökülüyor önünüze, seç-beğen-al hesabı. Zannediyorum Krause'nin canlandırdığı bu karakter dizinin en sevileni aynı zamanda, herkes onun yaşadıklarında kolayca kendi hayatından kesitlere rastladığından olsa gerektir…

Dizinin en karmaşık ve hasarlı karakterlerinden Brenda ile Nate arasındaki ilişki başlıbaşına incelenmesi gereken bir olay, bu iki insanın çok fırtınalı aşkları sonunda evliliğe gidiyor olsa da, netice izleyeni hayretten koltuktan düşürecek kadar beklenenin dışında! Senaristler çok başarılı karakter tahlilleri yapıyor ve bu iki insanı zaman zaman ayırıp başka insanların hikâyelerine katsalar da, yollarını bir şekilde ve gene birleştiriyorlar ama?.. E hepsini de burada anlatmayayım şimdi canım, değil mi ya?..

Ve sadede gelirsek; ''şu an sevdiğiniz her kim ve ne varsa hepsi ölecek…'' ana düşüncesinden beslenen ve ölüm üzerine hayatlar kuran bir hikâye içinde, hepsi birbirinden çok farklı ama aslında çok da tanıdık insan karakterleri aracılığıyla yüzünüze tutulan bir aynaya bakıyorsunuz ''Six Feet Under''ı izlerken. Diyebilirim ki; her bölüm ayrı bir psikiatri seansı, her bölüm sizi bir kademe daha tekâmül ettiren bir spiritüel çalışma, her bölüm farklı bir ilişki ve aile terapisi, daha fazlası da söylenebilir ama uzatmak istemiyorum. Dizinin bölümleri internette halen mevcut, bu konulara meraklı olanlar biraz vakit ayırarak izleyebilir ve çok da fayda görürler, orası garanti. Bana çok şey ekledi, bilgime, fikrime, zihnime… Umarım her izleyecek için de öyle OLsun. Tekrar teşekkür ederim sevgili Oğuz Aksoy, şimdiye kadar tavsiye ettiğin hiçbir şey şaşmadı, sen bu işten çok iyi anlıyorsun, tebrikler+evliliğinde mutluluklar:) Ve unutmayın millet, bu dünyanın illüzyonuna sımsıkı tutunmak beyhûde, neticede hepimiz yerin birkaç metre altında, bildiğiniz kara toprağa bırakılacağız ve sonra herkes gidecek… Six Feet Under yani, arada bunu hatırlatın kendinize, e mi?:)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Çin'de bloglar kapali oldugu icin , sagolsun Gülsün Hanim'in sayesinde haberim oldu bu paylasimdan ve vpn uzerinden aşıp okuyabildim şu an itibarı ile. Haliyle memnun oldum fayda gördüğünüzü yazıp teşekkür etmenize :) ben de istifade etmiştim ve keyifle izlemiştim aynı şekilde ve bu nedenle sizin de sevebileceğinizi düşünmüştüm. İyi olmuş çok sevindim :) Lakin dizinin ismiyle müsamma olarak güzel bir başlık seçmiş olsanız da yazıya , gerçekten kara toprak mıdır insan denilen bu sırrın yari demeden de geçmeyelim :)? Bu konuyu ayrıca düşünelim derim..

Handan Demiralp dedi ki...

:) Bana da dün bahsetmişti,hatta Instagram'da sizi o gösterdi bana takip etmem için. Başlık yerleşik Anadolu kültürüne bir gönderme elbette, toprak bizim yoga öğretimize göre sadece elementlerden biri, beş ana elementten biri yani ve ruhu uçmuş bedenlerin onun kucağına bırakılması aslında yepyeni bir başlangıcı ve de dönüşümü işaret ediyor. Sonsuzluğa doğru tekâmül serüvenimiz içinde... Siz çok değerli bir rehber ve de bir "yaşama ustası"sınız bana göre, tavsiyeleriniz hiç şaşmadı şimdiye dek, tekrar teşekkür ederek sevgilerimi gönderiyorum:)