29 Şubat 2012 Çarşamba

Kişiye özel zehir reçetesi...

Birden değil, yavaş yavaş ölmek, giderek azalmak ve sonunda tamamen tükenmek isteyenlere özel bir reçete bu. Seçimi bu şekilde olanlar her gün birkaç doz uygularsa sonuç garanti yani, şaşmaz. Paylaşmayı önemli buldum bu sebeple. (Maji Spiritüalizm ve Kişisel Gelişim Akademisi'ne teşekkürle...)

Sami Şarhon yeniden Ezberbozan Atölye'de...

Kısa süre önce, Ezberbozan Atölye'de bizlere çok değerli bilgi ve deneyimler aktaran üstad Sami Şarhon, bu kez geçmişimizle olan olumsuz karma bağlarından temizlenmeyi öğretmek üzere geliyor:) Hayatınızda mütemadiyen tekrarlanan, sizi hep başa, aynı noktaya döndüren ve ilerlemenizi engelleyen sevimsiz deneyimlerin asıl sebebini öğrenmek ve karma bağlarınızdan özgürleşmek istiyorsanız bu çok özel çalışmanın detaylarını bekleyiniz. Yok, ''ben geçmişimle zincirlenmiş halimi ve bu esareti seviyorum kardeşim!..'' diyorsanız hiç alâkadar olmayın elbette, tamamen siz bilirsiniz. Biz her halükârda sevgili Sami Hoca ile çalışacağız :) Daha bozulacak çok ezber var zira. Detaylar çok  yakında, burada...


''Bundan 20 yıl sonra yaptıkların değil, yapamadıkların için üzüleceksin; dolayısıyla halatları çöz, güvenli limandan uzaklara yelken aç, rüzgârı yakala, araştır, düşle, keşfet...''
Huxley

28 Şubat 2012 Salı

Dövme ve pişmanlık...



Biraz uzun, evet ama vakit ayırabildiğinizde, çayınızı-kahvenizi yanınıza alıp dikkatle izlemenizi muhakkak tavsiye edeceğim, pişmanlıklar üzerine farklı bir düşünce biçimi geliştirmekte çok yardımı olabilir...


EK BİLGİ: Kathryn Schulz araştırmacı bir yazar... 5 yıl boyunca yanlış olduğunu düşünmeye kendini şartlamış.
Nedeni; insanların 'haklı olmaya' neden takılıp kaldıklarını anlamak… 
Schulz, "Hata yapmak değil, hata yaptığımızı farketmek bizleri mahvediyor" diyor. Schulz, ilgimi çeken bir örnek vermiş. Looney Tunes çizgi filmlerinde çöldeki kuşu bir türlü yakalayamayan çakalı bilirsiniz. Bu çizgi filmin neredeyse her bölümünde, çakalın kuşu kovaladığı ve kuşun uçurum kenarından koşup gittiği bir an vardır. Çakal da kuşun ardından uçuruma koşar. Komik olan, çakalın boşlukta (düşmeden) koşmasıdır. 
Öylece koşmaya devam eder, ta ki aşağıya bakıp da havada olduğunu anladığı ana kadar... İşte onu farkettiği anda düşer.
Bir konuda haksızsak (bu durumu fark etmeden önce) uçuruma doğru koşan ve aşağıya henüz bakmamış olan çakal gibiyizdir. Yani, zaten haksızız ve çoktan sorunun içine girmişiz ama hâlâ sağlam zeminde olduğumuzu sanırız. Ve hata yaptığımızı fark ettiğimiz an uçurumdan düşeriz. Schulz buna 'hata körlüğü' diyor.
Bize yanlış olabildiğimizi gösterecek hiçbir içsel ipucumuz yok. Hep haklı olduğumuzdan kesinlikle eminiz. Çoğu zaman çakal gibi, çok geç olduktan sonra yanlışımızı anlıyoruz. 

SİZİ SİZ YAPAN KARARLAR 
Shultz; "Aslında hata yapmaya ihtiyacımız var" diyor. Çünkü hata yapmaya karşı koydukça insan olmanın anlamından uzaklaşıyoruz… 
Son 10 yılda, ilişki, iş, ev, arkadaş seçimlerimde verdiğim kararları şöyle bir düşündüm.
Hepimizin hayatı doğru veya yanlış kararlar ile dolu...
Zamanında doğru olduğundan emin olduğunuz ama yaşayarak aslında yanlış olabildiğini gördüğünüz kararlar...
Sizi siz yapan, insan yapan, kişiliğinizi zenginleştiren, hayatınıza boyut kazandıran kararlar… 
Eğer yanlış kararlar vermeseydiniz ya tecrübelerinizden hiçbir şey öğrenmeyecektiniz ya da yaşamaya değer bir tecrübeniz olmayacaktı… 
Hayatta bazen doğru karar verebiliyoruz ama genelde verdiğimiz karar çerçevesinde doğruyu  bulmamız gerekiyor.  
(SABAH gazetesi yazarlarından Elvan Demirkan'ın bir yazısından alıntı...)

26 Şubat 2012 Pazar

Kuzgun/cuk, tilki veeee...

Bu fotoğraf İstanbul'un sen sevdiğim semtlerinden biri olan Kuzguncuk'a ait ve değerli Ayhan Sözen tarafından çekilmiş. Seneler evvel; en büyük aşkım olan İstanbul'la aramıza kanser girmeden önce, hemen her Cuma gecesi, bize özel ''Şenpolat Sineması''nda dünya sinema tarihinin en muhteşem filmlerini izlemek için gittiğim, giderken küçük vapur iskelesinin yakınındaki meşhur fırından muhakkak birşeyler alıp götürdüğüm ve bilhassa çok sevdiğim o rengârenk macaronları  sahildeki pastanesinde her zaman bulabildiğim şirin semtti burası :) Hiç unutmadım o güzel günleri, unutmaya da niyetim yok ayrıca... Ben en özel dostlarımı, canlıların yaşam hakkı adına zorlu yollarda beraber yürüdüğümüz emektar yol arkadaşlarımı, en güzel hatıralarımı, en unutulmaz yayınlarımı gerçekleştirdiğim ve Türkiye radyoları içinde en çok sevdiğim tarihî radyomu, kıyısında çay içip simit yemeyi (evet, gevrek değil kardeşim, simit, bildiğin düz simit işte!) terapi saydığım lacivert boğazı, kıyafetlerimin çoğunu aldığım 2.el dükkânları ve semt pazarlarını, arada öğle yemeklerimi yediğim ucuz ve temiz esnaf lokantalarını, bu koca şehrin iki yakasını biraraya getirmekten hiç bıkmayan yaşlı vapurları, hınzır martıları , türbeleri, farklı dinlerden bedenlerin uyuduğu mezarlıkları, camileri, meydanları, sarayları, kuleleri, Mayıs girdiğinde açan erguvanları, lâleleri, sahafları, aktarları, benim için çok değerli olan başka nice şeyi halen her yayınımda ''kentlerin kraliçesi'' diye seslendiğim ve aşkımı ilân ettiğim İstanbul'da, uzun yıllar yaşadığım bu sihirli kentte mecburen bırakmıştım. Sonrası benim adıma bir nevî ''mecburî hizmet'' oldu anlayacağınız... Şimdiii; ''Kuzguncuk'' joker kelime olsun, İstanbul zaten binlerce senedir orada durmakta mâlûm, benim kafamın içindeki tilkilerin kuyrukları birbirine hiç değmemiştir ki; o da mâlûm olduğuna göre, yazımızı meşhur bir atasözü ile tamamlayalım, ipucunu kapan kapmıştır zaten:
''Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır...''  


Ayrıntılar zaman içinde, acele çorbaya hiç lüzûmsuz baharatlar katmıyoruz şimdilik, telâşa hacet yok. Bizlerin ve ait OLduğumuz bütünün en yüksek hayrına OLsun, cümleten mutlu haftalar OLsun efendim :)

25 Şubat 2012 Cumartesi

Hatırlayalım mı?..



Bu çocuk bana göre 90'lı yılların en güzel şarkılarından birini söyleyip sonra sessizce ortalıktan çekildi. İlk kez 1998 yılında, Taner'in çıkardığı albümde duyduğumuz bu şarkı bir Zeynep Talu Kurşuncu ve Garo Mafyan ortak çalışmasıydı ama zamanın hoppidi-zippidi şarkıları arasında eriyip gitti sanki... Altı-yedi sene kadar önce, TRT İstanbul Radyosu'nda hazırlayıp sunduğum Cuma ''Geceden Sabaha'' programlarında muhakkak çaldığım bir şarkıydı.  Klip Hakan Yonat imzalı, belki şimdilerin klip tarzına göre demode sayılabilir ama ben hâlâ çok severim, içinde jetonlu telefon kulübesi, büyük kasede kayıt yapan eski model telesekreter, karlı bir İstanbul gecesi ve benim sarman oğlum Oralet'in bebeklik halleri vardır çünkü, hoştur:) Hatırlayalım mı Taner'i, güzel şarkısını ve o günleri, hatırlayalım tabii...

23 Şubat 2012 Perşembe

41 yıllık hatır...

''Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır...'' derler ya, işte bu fotoğrafın da tam 41 yıllık hatırı var. Çerçevenin arkasına ''11 Eylül 1971'' tarihi düşülmüş. Büyük halamın evlendiği gün, rahmetli babaanne ve dedemin Hatay-Üçyol'daki evlerinde çekilmişti yanlış hatırlamıyorsam. Gelinin nedimesi benmişim, şimdi nasıl da gülümsetiyor beni bu saç, makyaj, kıyafet falan:) Henüz altı yaşındaki bu süslü-püslü kızın gözünden bakmaya çalışıyorum etrafıma, ı-ıhh, olmuyor. Gene de; dikkatle incelediğimde altı yaşında bir çocuk ifadesi görmüyorum 41 sene evvelki yüzümde, biraz hüzünlü bakışlar, hayli kırık, belli-belirsiz  bir gülümseme... Oldum olası tuhafmışım zaten ben, öyle çocuk şımarıklıklarım, tutturmalarım, yapış yapış sevgi hallerim olmamış hiç, öyle söylüyor çocukluğuma tanıklık edenler. Yalnız olmayı, kendi kendine oyunlar kurup sakince oynamayı, bir köşeye çekilip kitap okumayı (rahmetli babacığım bırakın okuma-yazmayı, İngilizceyi bile öğretmişti zira bana altı yaşımda...) daha çok severmişim kalabalık, patırtılı, şamatalı o bildik çocukluk hallerinden. Peki bu fotoğrafın çekildiği zamana dönüp, herşeyi yeniden ele alarak, baştan başlayarak yaşamak ister miydim? Asla... 46 senede yaşayıp biriktirdiklerim, deneyimlediklerim, yanlışlarım, hatalarım, kayıplarım-kazançlarım falan olmasa ben ben olmazdım ki, başka biri olmam gerekirdi ve bunu hiç de tercih etmezdim doğrusu. İyisi mi; bu altı yaşındaki hüzünlü gelin nedimesi ait olduğu zamanda ve o beyaz, eski fotoğraf çerçevesinin içinde kalsın. Ben bugün adım attığım 47 yaşımın ve beni ben yapan bütün deneyimlerimin, acımın-tatlımın, doğrumun-yanlışımın keyfini süreyim:) Kendimi her zamankinden çok daha fazla sevdiğim ve onayladığım, üstelik hayatımda yepyeni ve görkemli başlangıçlara hazırlandığım bu yaşgünümde beni unutmayan ve yeni yaşımı yurtiçinden, yurtdışından, dünyanın her tarafından kutlayan herkese de gönülden teşekkür edeyim. Bir de şöyle bol köpüklü, mis gibi bir sade kahve yapayım kendime, içeyim afiyetle, tadını çıkara çıkara, varsın 47 senelik hatırı olsun bu defa o bir fincan kahvenin de, değil mi ya?:)


"Daima iç sesini dinle; başka hiç kimseyi dinleme. Etrafında seni baştan çıkartacak binlerce şey vardır, çünkü elindekileri satmak için kapı kapı dolaşan insanlar vardır. Dünya bir süpermarkettir ve herkes sana elindekileri satmak ister. Herkes bir satıcıdır. Çok fazla satıcı dinlersen, çıldırırsın! Hiç kimseye kulak asma, sadece gözlerini kapat ve iç sesini dinle..." diyen ölü ve huysuz Hintli üstad Osho'ya da sonsuz şükranlarımla, aynen dediğin gibi yapıyorum üstad, hiç meraklanma :)

21 Şubat 2012 Salı

OLdu:)

TEPKİLER ÜZERİNE ATLANTİS SİRKİ YETKİLİLERCE DENETLENDİ VE FAALİYETLERİ YASAKLANDI. HAYVAN ACILARININ PANAYIRINA KİLİT VURULDU!.. OLDU:)

19 Şubat 2012 Pazar

OLmaz OLsun!..

Atölyemin kapısına bırakmışlar hem de! Heyecanlı, eğlenceli ve çok farklıymış, bak sen! Penguenler, foklar, köpek balıkları ve daha neler neler varmış! Futbolcu köpekler varmış, e tabii, benim bugüne dek tanıdığım bütün köpekler de futbol oynuyordu zaten! Sibirya kaplanları varmış, aneeeey, bak bak bak!..

Sene artık 2012, mecburî aydınlanma çağındayız. İnsan olan, kendi olağanüstü yeteneklerini, hünerlerini sergilemek istiyorsa bunun için sirk kursun kardeşim, yabanî hayattan koparıp türlü acılar çektirerek, sırf insanlar eğlensin diye olmadık maskaralıkları hayvanlara zorla öğreterek bu ''acılar panayırı'' üzerinden para kazanacaksınız, öyle mi? Okullar toplu halde öğrencilerini götürecek, analar-babalar, öğretmenler bilet kuyruğuna girecek, çocuklar bu büyük acıların sadece cilâlı yüzünü görüp, kahkahalarla gülecek, eğlenecek, sonra da ''biz sirke gittik yaaaa...'' diye birbirlerine ballandıra ballandıra anlatacak öyle mi? Destekleyen, para verip bilet alan, çocuğunu özendiren, elinden tutup götüren herkes suçludur, bu çok acı karmaya ortaktır bayanlar-baylar! Bunu böyle bilesiniz. Vicdanınız halen kaldırıyorsa, çocuğunuzu da bu suça ortak edip sirke öyle gidesiniz! OLmaz OLsun  böyle acı eğlence diyorum, bu devirde bu saçmalığı ayıplıyorum, broşürü de parça-pincik edip çöpe yolluyorum ve o kadar, o kadar!..


İLGİ ve BİLGİ İÇİN (Vicdan sahibi bir babadan gelen e-postadır): 

Iyi Gunler,
Bu satirlari icim sizlayarak ve hayatimda ilk ve son defa gittigim bir sirkteki eziyetler konusunda yardiminizi rica etmek icin yaziyorum.
05 Subat 2012 Pazar gunu Izmir Balcova-Kipa karsisindaki arsaya 2 hafta kadar bir suredir konaklamis olan Atlantis Sirki'ne gittim. Ustelik, buyuk bir gafletle kucuk cocugumu da goturdum. Disaridan bakildiginda zararsiz ve hayvanlar hakkinda bilgilendirici bir eglence gibi gorunen bu eziyet merkezinde cekebildigim 2 fotografi ekli dosyada bulabilirsiniz. Birinde, boylari 1 bucuk ile 2 metre arasinda degistigi duyurulan 3 kopekbaliginin akvaryum demeye sahit gerektiren kucucuk bir tankta sergilendigini goreceksiniz. Digerinde ise bir Sibirya kaplaninin ufacik bir kafeste bir iluzyon gosterisinde kullanilirken goruluyor. Asil icler acisi eziyeti gosteren durumla ilgili fotografi kimsenin cekmesine izin vermediler. Insan kucagina sigacak kadar minik bir yavru kaplan, seyirciler fotograf cektirip para biraksin diye butun salonu gezdirildi. Bir kisi her fotograf cektirmek isteyenle, ensesinden tutulup basi dogrultulmak suretiyle neredeyse 50 cm uzaktan yuzlerce kez gozlerinin icine flaslar patlatilarak dolastirildi. Hayvancagizin vucudundaki tuyler yer yer dokulmustu ve cok bitkin gorunuyordu. O gunku 3. gosteri oldugu goz onune alinacak olursa yine iyi dayanmisti diyebilirim.
Cocugumun sadece akrobasi ve palyaco tipi gosterileri izlemesine gayret gosterip sonuna kadar bekledim ki bu konuda bir seyler yapabilecek yetkililere anlatabileyim. Bu anlattiklarim, sadece bizim gorebildiklerimiz. Kopekler, penguenler, foklar ne gibi eziyetlerle egitildiler diye dusunecek oldum, dusuncesi bile vicdanimi sizlatti.
Bu sirk, Portekiz'den gelmis ve web sitelerinde de goreceginiz uzere Turkiye'de Eylul 2011'den beri gezip gosteriler yapiyormus. Bir sonraki programlari 09 Subat itibariyle Izmir Karsiyaka olacakmis 
Sizden ricam, bu canavarligi engellemek icin girisimlerde bulunmaniz ve en azindan bundan sonra boyle eziyet iceren 'eglence' programlarinin denetlenmesi ve yasaklanmasi icin belediyelerin dikkatini cekmeniz. Bu kadar yeri ellerini-kollarini sallayarak gezip hayvanlara eziyeti meslek edinmis insanlari hic mi denetleyen, uyaran yok; anlam veremiyorum! Hicbir belediye gorevlisi, 'Ne yapiyorlar bunlar, bir girip izleyelim' dememis olmali ki hala yollarina serbestce devam ediyorlar. Sirkin web adresi: www.atlantissirki.com <http://www.atlantissirki.com>  
Daha fazla eziyete meydan vermeden konuyla acil olarak ilgilenmenizi onemle istirham ediyorum. Yardiminiz ve ilginiz icin simdiden tesekkur ederim.
Saygilarimla,
Ibrahim Ozan

Gevşek...


Bu bir trafik işaretidir ve ''gevşek malzemeli zemin'' anlamına gelir. Hayat yolculuğumuzda karşımıza çıkabilecek kimi insan karakterleri için de çok müsait bir nitelemedir aslında ''gevşek''... Özdeğerleri gevşektir, duruma ve kişisel menfaatlerine göre kolayca değiştirebilirler. Dilleri gevşektir, sır tutmayı, ''özel''i taşımayı, yerli-yerinde lâf etmeyi bilmezler, ağızlarından çıkanı kulakları duymaz, sözlerinin nereye gideceğini söylerken kestiremezler. Uçkurları gevşektir, önüne gelene kalite gözetmeden, nitelik ayırmadan çözerler. Sorumluluk duyguları gevşektir, kendilerine dokunmayan yılanın bin yaşamasını daima sorumluluk almaya tercih ederler. Zihinleri gevşektir, bir noktaya odaklayamazlar. Dikkatleri gevşektir, şahıslara ve olaylara gereken alâkayı gösteremezler. Yaşam ritmleri gevşektir, kendilerini yükseltecek gaye ve gayretler için koşuşturmaktansa atalet içinde yerlerinde saymayı, zor  ama değerli olan yerine, daima en kolay, sıradan ve haliyle ucuz olanı seçerler. Dürüstlük kavramları gevşektir, bu konuda mangalda kül bırakmazken verdikleri sözlerin arkasında duramaz, sıkışınca çok kolay iftira atıp su içer gibi, adamın gözünün içine baka baka yalan söylerler. Duruşları, sözde diklikleri gevşektir, durumlara ve etraftan aldıkları etkilere göre derhal değişir, inanıp-güvenip yaslanırsanız kendinizi yerde bulabilirsiniz. Saygı hisleri gevşektir, kendilerine duyulmasını mütemadiyen talep ettikleri saygıyı karşılarındakine vermekten imtinâ ederler. Sadakatleri gevşektir, bir dokunma ile kolayca dağılabilir, ihanette tereddüt etmezler. Sevgileri gevşektir, kendilerinden gayrısını kolay kolay sevemezler. Velhasıl; yıpranmış don lastiğine benzer bu gevşekler, hiç beklemediğiniz bir anda kopup düşüverirler! Temkinli OLun, beklenmedik bir kazaya uğramamak için ''gevşek malzemeli zemin'' işaretini hafife almayın derim:) Hayırlı yolculuklar...

18 Şubat 2012 Cumartesi

Salata...

''Bir koca kâse salatadan daha güzel olabilecek tek şey, ancak bir başka koca kâse salatadır :))''

Handan Demiralp
(Dünya insanı, kendini sadece ''kendisi'' sanan biri, hayat öğrencisi, salata dostu, çörekotu müptelâsı...)

Değil...

''Ben hiçkimsenin mecburî istikameti değilim. Kimse de benim çıkmaz sokağım değil...''

Walter Bagehot
(1826-1877 yılları arasında yaşamış İngiliz gazeteci-yazar ve ekonomist, tekâmül yolu ışıklı OLsun...)

14 Şubat 2012 Salı

Değil mi ya?..

Birlik Bilinci eğitimimi ve sertifikamı kendisinden aldığım değerli hocam Tuba K.Aksu paylaşmış,   gene Hindistan kaynaklı bir hakikât, fazla söze gerek var mı, değil mi ya?.. Hocama ve ifadenin asıl sahibi  Sri Nisargadatta Maharaj üstada şükranla.

Kalpten şeker/Şekerden kalp ve...

Bu kalp şeklindeki kırmızı şeker artık yok, yani aslında var da bu formda değil, çünkü fotoğrafı çektikten sonra onu yedim ben:) Sevgili dost Gürol Tonbul, geçen Pazar'lardan birindeki geç kahvaltı buluşmamıza gelirken herkese birer adet almış bunlardan, gülümseyerek dağıttıydı sağolsun. Bir türlü sıra getirememiştim şöyle keyifle yemeye, bu akşam çantamın cebinden burnunu uzatıverince elime, daha fazla beklemesin, varlığıma sevgiyle katılsın artık dedim ve afiyetle yedim, sonra da üstüne ''ohh, afiyet-şeker olsun...'' dedim :)

Kitabın yazarı ise geçen Pazar gecesi, ''Gecenin İçinden'' programının konuklarından biriydi. Aslında bir psikiatri doçenti kendisi, uzmanlık alanı da ''şizofreni''... Bu; yazdığı kitaplardan sadece biri, sohbetimizde söyledi de öğrendim, İzmir'de gerçekten yaşanan ve sonu hazin biten bir aşk hikâyesini romanlaştırmış meğer. Kitap arkasından bir bölüm:

''Şiddetli arzunun ve onunla başedememenin verdiği çaresizliğin elinde kıvranıyorum. Devam etmeyi ve vazgeçmeyi aynı anda karşı konulmaz güçle isteyen ruhun, bedene yaptığı işkence bu. Beynimde, karnımda, kollarımda ya da bacaklarımda hissettiğim, yerini belirleyemediğim, varla yok arası, buna karşın yine de dayanılmayacak kadar şiddetli bir acı...''

Aşk romanlarını aslında pek sevmem, ancak bu olağandışı bir aşk romanı hakikaten. Üstelik yazarıyla da tanışma ve uzun uzun konuşma imkânım oldu. Gerçekten yaşanmış bir hikâye olduğunu öğrenince, masanın üzerinde öylece duran kitabı alıp çantama atmakta tereddüt etmedim doğrusu. Öyle sular-seller gibi akan bir roman değil, beklenmedik, apansız ve kaçınılması imkânsız bir aşkın tarafları üzerinden okura da yansıtıyor o aşk bunaltısını, siz de kendinizi hayli çaresiz hissediyorsunuz, içiniz daralıyor çoğu yerde... Heyecanlanıyorsunuz bazen, bazen kızıp öfkeleniyorsunuz, yargılayıp sorguluyorsunuz falan, ama sonra sakinleştirip durultuyor sizi Levent Mete. Henüz bitirmedim ama bu gece artık biter herhalde. Kapağını kapatıp kitap ayracını başka bir kitabın ilk sayfasına koyarken ''vay be...'' derim ihtimâl, uzanıp okuma lâmbasını kapatırım aklımda aşka dair türlü sorular ve artık kanıma karışmış olan kalp şeklindeki şekerin kırmızı rengiyle. Teşekkürler sevgili Levent Mete...


Haaa, bir de; yeni yaşını kutlarım canım anneciğim, kalbimin en şekerli yeriyle:) Aşağıdaki de güzel bir dilek, sevgili Özlem Hatipoğlu'na da şükran bu vesileyle...




Özlem Ruhsal Şifa Hatipoğlu14 Şubat 10:09
Bir tek kişiye yapışıp ondan bir sürü beklentiye girmek yerine tüm beklentilerinizden kurtulmanızı ve önce kendinizden başlayarak yaratılmış her şeyi sonsuz bir sevgi ile sevebilmenizi diliyorum... 

11 Şubat 2012 Cumartesi

İlâhi:)

Eh sevgili Mina; atölye çalışmasına geleceğim dedin, gelmedin ama, gene de hazırlayıp gönderdiğin mevzuun içeriğine uygun bu kolajınla beni güldürdün ya, sana kızamam da artık gelmedin diye... Ne diyeyim; ilahî diyeyim bari:) Her hâlükârda seviliyorsun tarafımdan şımarık prenses seni...

Ezberleri bozduk:)






Ezberbozan Atölye'de bizlere unutulmaz bir akşam yaşatan ve bilhassa ikili ilişkiler üzerine ne kadar bayat-gereksiz-modası çoktan geçmiş ezberimiz varsa hepsini itina ile bozan değerli üstad Sami Şarhon'a, kendisini atölyemizde ağırlama imkânına vesile olan sevgili dost Leylâ Özgür'e ve ''Anima-Animus/ İlişkileri Şifalandırma'' çalışmasına katılan değerli misafirlerimize gönülden teşekkürle... Sn.Sami Şarhon rehberliğinde, aydınlanma ve yükselme üzerine inançlı eylemlerimiz bundan sonra da devam edecektir, ilgililerin bilgisine ve tabii bilgililerin de ilgisine:)


Ek ve de dip: Atölyemizde gerçekleşen ve plânladığımızdan daha uzun süren (zira saat 19.30 civarı başladık, bittiğinde ise neredeyse geceyarısıydı artık...) bu çok özel çalışmaya başından sonuna kadar merakla, arada içi geçip uyuklayarak da olsa eşlik eden Ezberbozan'ın sembolü tekir anne kedimiz ile meditasyon sonrası durum değerlendirmesi için atölyeye inip, bizzat herkesin fikrini alan sarman oğlumuz  Oralet'e de çalışmaya kattıkları o tertemiz, saf enerjileri için ayrıca şükranlar elbette:) Bu arada; artık piyasada baskısı bulunmayan ''Tanrı'nın 72 Adı'' kitabını edindikten seneler sonra kendi atölyemde, çevirmenine bizzat imzalatmak da bana nasipmiş ya, bu da sevincime ayrı bahane:)


''Gücünüzün seçimde yattığını anlayın ve eğer realiteniz sizi mutlu etmiyorsa, yeniden seçme cesaretini gösterin...'' 
Steve Rother

7 Şubat 2012 Salı

Kediler Orkestrası'ndan veda müziği...


Hüzünlü ama çok güzel... (Bize ulaştıran sevgili Füsun Ünsal'a, başta kurucuları Vahakn Hayrabetyan olmak üzere insanın gönül telini titreten icraları için Katuner (Kediler) adlı müzik topluluğundaki tüm Ermeni müzisyen kardeşlerimize ve Arto Tunçboyacıyan'a teşekkürle...)


Ek bilgi: Ermenicede bu hüzünlü şarkının adı olan ''oror'',  ''ninni'' anlamına geliyor...

5 Şubat 2012 Pazar

''Gecenin İçinden''cilerle gündüz muhabbeti...







Koskoca bir yılın her Pazar gecesini birlikte geçirdik neredeyse... Birbirimizle en ufak bir uyumsuzluğumuz, tatsızlığımız olmadan, aynı ekiple ve başarıyla tamamladık ''Gecenin İçinden'' programını. Yeniyılla birlikte ekip değişti ama bizim dostluğumuz her zaman bakî. Program yapımcısı sevgili Sevim Özkal, yapım yardımcısı sevgili Özgür Yardımcı, gazeteci-yazar ve kedisever dost sevgili Sirel Ekşi, Devlet Tiyatroları sanatçısı, yönetmen-oyuncu ve can dost sevgili Gürol Tonbul, sadık TRT dinleyicisi annem ve ben; bu defa program telâşesinden uzak, şöyle rahat rahat birarada olalım dedik ve Bostanlı'da, bir Pazar kahvaltısında buluştuk. İçinden kültür, sanat, İstanbul, kediler, kitaplar, filmler, mübadil hatıraları, Ege pazarları, yemek tarifleri, yeni projeler, çaylar, kahveler ve daha neler neler geçen bu uzuuun kahvaltıya ruhları ısıtıp gevşeten Şubat güneşi de katılınca vaziyet tam bir ''değmeyin keyfimize...'' oldu:) Hep gecenin geç vakitlerinde buluşan ve yayın telâşı içinde harıl harıl çalışan ekibimiz, nihayet gündüz gözü ile de toplanabildi çok şükür. Soğuk ve zorlu geçen bir haftanın ardından hepimize iyi geldi doğrusu, davetime icabet eden bu değerli insanlara tüm kalbimle teşekkür ederim, iyi ki varsınız, iyi ki hayatımdasınız:)

4 Şubat 2012 Cumartesi

Kabuklar dökülürken...

Sami Şarhon ismi ile ilk kez 2007 senesinde  Ankara'da, enteresan bulduğum için satın aldığım bir kitabın çevirmeni olarak karşılaşmıştım. Bu kitap Yehuda Berg'in kaleme aldığı ''Tanrı'nın 72 Adı'' idi, hemen okumaya başlamıştım, aslında üzerinde çalışmaya demek belki daha doğru zira bu kitap isimler ve semboller üzerinde odaklanarak,  meditatif çalışmalar yapılarak okunması gereken bir kitaptı. O vakitler spiritüel enerjiler konusunda şimdiki kadar derinleşmiş değildim, bu acemilikden olsa gerek, kitap üzerinde çalışmaya başladığım ilk gece bazı tuhaf ve ufak çapta korkutucu deneyimler de yaşamıştım. Neyse; sonra başucu kitaplarımdan biri oldu, hâlâ da öyledir, elimin erişebileceği yerde durur...

Şu sıra beni ilgilendiren ve heyecanlandıran  asıl şey; bu kitabı dilimize çeviren ve spiritüalizm konusunda yaptığı çalışmalarla ''üstad'' sayılan değerli Sami Şarhon'un gelecek Cuma akşamı çok özel bir çalışma için burada olacak olması. Kimdir derseniz:

1951 yılında İstanbul'da doğan Sami Şarhon, gençlik yıllarında başladığı spiritüel çalışmalarına 1996 senesinden beri yoğunlaştırarak devam ediyor. Çeşitli gruplarla, yerli ve yabancı öğretmenlerle uzun yıllardan beri sürdürdüğü çalışmalar sonucunda kendi sentezini yarattı. 1999 yılında "Reiki" çalışmalarına başlayan Şarhon, 2001 yılında "Reiki Master" oldu. Işık hızının üzerinde bir kaynak enerjisi olan ve gerekli aletler ve taşlarla kullanıldığında yüksek şifa potansiyeline sahip olan "Tachyon" eğitimi aldı ve uygulayıcısı oldu. 2001 yılından beri çeşitli spiritüel farkındalık konularında seminerler ve dersler vererek kişilerin ruhsal gelişmelerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. 2002 yılından beri profesyonel olarak Reiki terapistliği ve eğitmenliği yapmaktadır. Bireysel olarak İlişkiler, Geçmiş Yaşam, Tachyon enerjisi terapileri, çeşitli meditasyon çalışmaları, gevşetme teknikleri uygulamaları, "Duygusal Çözülme" çalışmaları, Geri dönüş (Past regression) terapileri yapmakta; 2004 yılından beri "İlişkiler" konulu atölye çalışmaları düzenlemektedir. Enerji çalışmaları ile mental, duygusal ve bedensel şifa terapileri uygulamakta olup, dünyanın en eski spritüel öğretilerinden biri olan "Kabala" ile ilgili bilgilerini, verdiği dersler ve seminerler aracılığıyla, bu konuya ilgi duyan kişilerle paylaşmaktadır...

10 Şubat 2012 Cuma akşamı, Ezberbozan Atölye'de yapacağı/yaptıracağı çalışma ise gerçekten önemli, ''İlişkiyi Şifalandırma&Anima-Animus Meditasyonu''...  Hepimizin içinde, cinsiyetimize bağlı olmaksızın eril ve dişil enerjiler mevcut, evrensel gerçeklikte bunlar dengede ama bu denge çeşitli sebeplere bağlı olarak bozulduğunda ve olması gereken frekanstan saptığında ilişkiler karmaşıklaşıyor, bir anlamda hastalanıyor da demek mümkün... İşte bu çalışma bozulan eril-dişil dengeleri yeniden nasıl kurabileceğimizi ve ilişkilerimizi nasıl şifalandırabileceğimizi bizlere öğretmek üzere yapılacak. Kozmik anlamda çok önemli bir yılın çok önemli bir ayında yapılıyor olmasını da dikkate değer buluyorum zira 2012 Şubat'ı artık ''kabukların dökülme vakti'' olarak tanımlanıyor. Sami Hoca ile tanışmak ve kendisi ile çalışmak çok heyecan verici benim için. Tecrübe ve bilgilerinden çok faydalanacağımıza inanıyorum. Bizlerin ve parçaları olduğumuz bütünün en yüksek hayrına OLsun diye niyet edelim ve bir başka üstadın, Paulo Coelho'nun sözü ile bitirelim:
''Giden sizin için çok değerli de olsa, kapıyı örtün ki; içeride kalanlar üşümesin...''