22 Mayıs 2014 Perşembe

Sessizliği bölmek için...



Çok geçmeden herkes olağan hayatına döner. İlk günlerde Twitter'dan, Facebook'dan çemkiren ve ortalığa çok sıradan hüzünlü mesajlar fışkırtan ergenler bildik aşk-meşk hikayelerine başlar kaldıkları yerden... İlgili banka hesaplarına bir miktar para yatırıp birkaç da bağış "esemes"i (!) attıysan zaten vicdanının yükünü gene aynı arka bahçeye boca etmişsin demektir, artık rahat uyuyabilirsin yani...

Orada ise sessizlik hakimdir. Kimsenin ağzını bıçak açmaz. Çünkü şu dakikadan sonra artık ne para, ne yiyecek-giyecek, ne bağlanan maaşlar ve vaad edilen güvenceler, ne silinen borçlar, ne de günah keçilerinin tutuklanmasının bir anlamı vardır. Olsa ne olur, olmasa ne farkeder?..

Olayın ertesi günü akşamı, Afyonkarahisar'dan bindiğim otobüs madende yakınlarını kaybeden ve cenazelere katılmak üzere Soma'ya gidenlerle doluydu. Herkes koltuk arkası ekranlardan izledikçe insanı daha bir kahreden haberleri izliyordu sessizce. Soma yol ayrımında boşaldı otobüs. Ortalık sessizdi, herkes suskundu. Gerçeğin olanca acılığına rağmen mecburen kabul edildiği zamandı, çok zor bir zamandı...

Çok geçmeden herkes olağan hayatına döndü. İlk günlerde Twitter'dan, Facebook'dan çemkiren ve ortalığa çok sıradan hüzünlü mesajlar fışkırtan ergenler bildik aşk-meşk hikayelerine başladılar kaldıkları yerden... Vicdanların emniyet sübapları üç-beş bağış "esemesi" (!) ile fazla gazı boşalttı, ah-vahların yankıları giderek zayıfladı, işitilmez oldu. Buram buram reyting kaygısı kokan sözde ünlü (!) sanatçıların, ucuz programcıların ağlak ziyaretleri seyreldi. Sosyal medya o eski dangalak çizgisini buldu yeniden...

Biz ise ŞİMDİ oraya gidiyoruz. Yanımızda birkaç kutu erzak götürüp kameralara ağlamak ve böylece ne kadar iyi insanlar olduğumuzu etrafa bağırıp takdir almak için değil, şu an asıl ihtiyaç duyulan yardıma katkıda bulunmak üzere gidiyoruz. Kayıp veren ailelerin kapılarını tek tek çalıp babasız kalan çocukların, dulların, evlat kaybetmiş ana-babaların, kendi acılarının derinliğine saklanıp susmuş insanların travmalarını hafifletebilmek, onlarla konuşmak, onları dinlemek, terapi ve şifa çalışmaları yapmak için... O acı yükün bir kısmına olsun omuz vermek için, o insanlar adına rıza makamının kapısını biraz olsun aralamak için. Bir defalığına değil, travmalarının sarsıcı boyutu azalana, öfke ve isyanın yerini kabul ve sabır alıncaya kadar. Gidiyoruz. Arkamızdan gelen olup-olmadığına hiç bakmadan, kaç kişi olduğumuzu saymadan, sadece gidiyoruz. Gıda, giyim, yakacak vs. gibi dünyevi zımbırtılar götürmüyoruz, kendimizi ve bilgilerimizi götürüyoruz oraya. Şimdi asıl ihtiyaç bu çünkü, biliyoruz. Çok büyük ve ortak bir travmanın yüküne biraz da olsa omuz verebilmek, ortasından yırtılmış ruhların kanamasını biraz dindirebilmek için, sessizliği bölmek için oraya gidiyoruz...

1 yorum:

keshish dedi ki...

Çok geçmeden hepimiz eski hayatlarımıza geri döndük. Ateş düştüğü yeri yakarmış ya hani, kömür ateşi öyle odun gibi hemen sönmez. Epey bir yanar...