14 Temmuz 2014 Pazartesi

Ağır misafir...


Saat işliyor. Can bulduğun andan itibaren, bu doğumdan da evvel. Ruhun ''can''la birleştiği anda başlıyor saat işlemeye. Ve hiç durmuyor durması gereken zaman gelinceye kadar. O zaman gelip çattığında da, hiçbir gayret, hiçbir çaba, hiçbir direniş fayda etmiyor, ruh ''can''dan ayrılıyor kaçınılmaz şekilde... 

Hayat pek çok yönü ile adil görünmüyor belki, elbette dünyevi şuur ölçeklerine göre böyle bu, biz derindeki manayı her zaman göremeyebiliyoruz. Lakin; o pek de adil görünmeyen hayat herkes için, her canlı varlık için geçerli olan, çok eşit bir netice ile noktalanıyor. Ölüm hiçbir fark, hiçbir ayırım gözetmeksizin, nefes alan her varlığa aynı şekilde eşit ve adil davranıyor...

Fotoğraftaki geniş alınlı, muhtemelen mavi gözlü, bukleli saçlı ve çok tatlı kız çocuğu güzelce giydirilmiş, sandalyeye oturtulmuş ve fotoğrafı çekilmiş. Onun kısa hikayesinden ailesine ve sonraki zamanlara kalacak son hatıra bu fotoğraf çünkü bu ufak kız fotoğraf çekildiğinde artık bir ölü, nefes almıyor. Kızın ellerinin duruşu aslında bu durumu ele veriyor ama hemen ilk bakışta anlamak kolay değil tabii. Victoria dönemine ait bir gelenek bu, ''memento mori/ fani olduğunu hatırla'' ya da ''post mortem/ ölümden sonra'' gibi isimleri var. Vefat eden aile bireyleri inanç ve geleneklere göre sonsuzluğa uğurlanmadan evvel ya tek başına, ya da diğer yakınlarla fotoğrafları çekiliyor. Bu işte uzmanlaşmış özel fotoğrafçılar var ve cansız bedenlere çeşitli şekillerde pozlar verdirebilmek için bazı dayanak ve düzenekler kullanıyorlar. Bugünün insanına belki çok tuhaf ve ürkütücü gelebilecek bu Victorian dönem geleneği, aslında ölümü bir kabulleniş biçimi, gürültülü-patırtılı isyanlardan ziyade sessiz, sakin bir matem belki, kaçınılmaz olanı kabul ederek ilahi iradeye teslim olmak. Zaten başka çare var mı ki?..

Victoria dönemi bu ''post mortem'' fotoğrafları şimdi çok değerli. Ölümlerinin üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçen insanların hatırasını yaşatıyor olması bir tarafa, hastalıklara şimdiki gibi çarelerin olmadığı, bugün leblebi gibi kullanılan antibiyotik ve benzeri ilaçların henüz bulunmadığı, basit bir grip salgınında dahi yüzlerce kişinin hastalanıp öldüğü, insanların anlaşmazlıklarını silah ve düello ile hallettiği zamanlardaki hayata ilişkin pek çok bilgi taşıyor günümüze bu sepya fotoğraflar. Müzayedelerde yüksek fiyatlara alıcı bulmaları, antikacılarda özellikle aranmaları şaşırtıcı değil...

Ben ''korku'' değil, ''kabul'' okuyorum bu fotoğraflardan. Bir nevi yüzleşme, daima hayatın içine geçmiş durumda bulunan ölümün tescili. Kaçınılmaz olarak ve muhakkak her eve uğrayacak bir ağır misafiri buyur etmek gibi, hepimizi birbirimize eşitleyen o en adil ve ağır misafiri...

Hiç yorum yok: