27 Nisan 2011 Çarşamba

Baba kokusu...

Geçenlerde büyük bir market zincirinin Kahramanlar'daki şubesinde rastladım ve bulunduğu rafın önünde bir müddet, öylece kalakaldım. Artık piyasada olmadığını ve bu demode mamûlü kimsenin kullanmadığını sanıyordum çünkü, hayli şaşırdım. Ortalıkta envaî çeşit tıraş köpüğü, jeli, vesairesi fink atarken kim ne yapsın ki bu ucuz ve sıradan sabunu diye düşünüyordum, üstelik kullanmak da epey zahmetliydi, tıraş fırçası, tas, ustura falan lâzımdı bildiğim kadarı ile bunu kullanmak için ve artık kimse öyle zımbırtılara gerek duymuyordu tıraş olmak için... Haliyle babamın tıraş takımı geldi aklıma, zannediyorum baba evindeki banyo dolabında halen durmakta, usturayı bilemek için gerekli olan o siyah lastik şey de dahil, yarım kalmış tıraş sabununu da saklıyor mu annem, bilemem? Fırçanın kılları epey dökülmüş ve yıpranmış olsa gerektir, usturanın dar-uzun kutusunu ise gayet net hatırlıyorum. Neyse işte; rafın önünde bir müddet, öylece durdum. Sonra uzanıp birkaç tane aldım ve sepete attım. Şaşılacak kadar ucuzdu, niyeyse içim sızladı. Eve gelince, ambalajın dışındaki folyoyu sıyırıp uzun uzun kokladım, evet, koku tamamen aynıydı. Etiket ismi ''kremli tıraş sabunu'' olsa da neticede sabundu, değil mi ya? Ambalajı tamamen çıkarttım ve elimdeki silindirik beyaz nesneye baktım. Makyajımı temizledikten sonra yüzümü onunla yıkadım, harika ve yumuşacık bir köpüğü vardı. Aslında belki de o köpüğün kokusunda benim bütün çocukluk anılarım, babam gibi, sevdiğim ve kaybettiğim herşey vardı. İşte o gün bugündür, lâvabodaki tahta sabunluğun içinde duruyor, her vesile ile sabun niyetine kullanıyorum. Sonra uzun uzun ellerimi kokluyorum, çok özlediğim o ''baba kokusu''nu içime çekiyorum. Uyurken yastığıma sinsin, beni hiç terketmesin diye elimden geleni yapıyorum. Onu kokladıkça ''dünya iyice kötüledi be babacığım'' diyorum içimden,  ''artık herkes öyle korkak, öyle kendine yalancı, öyle beceriksiz ki; erkenden gittin ve şu halleri görmedin diye seni suçlamıyorum'' diye ekliyorum. ''Ve inan bana, tekâmülümüzün hangi seviyesinde olur artık bilemiyorum ama, yeniden buluşacağımız o kutlu günü umutla bekliyorum. Benim güzel babam; hiç meraklanma e mi, senin bana öğrettiklerini halen ve aynen ve herşeye rağmen, varlığımda saklıyorum...''

21 Nisan 2011 Perşembe

Buna da şükür:)

Fotoğrafı spiker arkadaşım sevgili Murat Can Canbay çekti, yer Gaziantep. Bir belgesel çekimi için geçenlerde gitmişlerdi, görür görmez hemen fotoğraflayıp bana gönderdi sağolsun. Derhal araştırdım; evet, aynen doğru. Gaziantep'te bulunan bu  cami ile ilgili bilgiler gayet net. Fakir bir Erzincanlı bey imiş adaşım Handan Ağa ama olsun, kendince bir cami inşa ettirecek kadar variyeti varmış işte, daha ne? Buna da şükür elbette:)

Sultanlar camiasında vaziyet nedir diye merak edip, onu da karıştırdım biraz ve şu bilgiye ulaştım. Kösem Sultan'ın kaynanası imiş kendisi, lâkin ortalığı birbirine katıp devletin dengelerini ve Osmanlı'nın akıbetini değiştirebilecek kadar vakti olmamış, çok genç yaşta bitirmiş saltanatlı hikâyesini. Ayasofya'da, Sultan III.Mehmed Türbesi'ndeki 26 sandukadan birinde uyuyor sonsuz uykusunu, ilk İstanbul seyahatimde gidip ziyaret etmek boynuma borç, devletlû adaşıma vefa mahiyetinde olsun:) İşte böyleyken böyle, tarihte adımız-sanımız geçmemiş demeyelim yani, başlarken de söyledim ya, her halükârda buna da şükür elbette...